1986 Kasım’ından bu yana yayınımızı sürdürüyoruz. Başlangıç tarihimiz Gelenek’e Türkiye’nin mevcut en eski Marksist teorik yayını nitelemesini kazandırıyor. Ama birkaç ay sonra yirmi yılını dolduracak olan derginin bir istikrar sorunu olduğunu da kabul etmemiz gerekiyor. İstikrar sorunu dendiğinde, solda teorik-ideolojik rotanın “oraya buraya sapması” anlaşılabilir… Bereket Gelenek’in hiç böyle bir sorunu olmadı. Rotamızın sağlamlığı ile...
Şubat 2005’te TKP Merkez Komitesi’nin yayınladığı çağrının ardından oluşmaya başlayan Emperyalizme Karşı Yurtsever Cephe’nin pratiğine ve siyasi anlamına dair çeşitli yayınlarda yeterince yazıldı. Yazılmaya da devam edecek kuşkusuz. Mesafe kat edildiği ölçüde pratiğin yönlendirilme gereksinimi, sorunları ve dersleri değişim gösterecek. Siyaset üretimi bununla yarışacak. Örneğin 9 Temmuz 2006 tarihinde toplanacak olan Yurtseverler Kurultayı bu tür...
Bu satırların yazıldığı sırada, “piyasalardaki dalgalanmalar”ın ciddi bir krize evrilip evrilmeyeceği kesinlik kazanmamıştı. Ama yıllar öncesinde kesinleşmiş olan bazı şeyler var. Birincisi, 1989’dan bu yana, Türkiye hep aynı kısır döngünün içinde. İkincisi, bu kısır döngünün görece kısa aralıklarla ciddi krizlere yol açmaması mümkün değil. Üçüncüsü, döngünün kısır olması “yapısal” bazı değişimlere yol açmadığı anlamına gelmiyor;...
“Çürüme”, uzunca bir süredir, sağcısıyla solcusuyla, her meşrepten yazarın ve siyasetçinin, hatta neredeyse orada burada “memleket meseleleri”ni konuşmaya meraklı yurttaşların bol bol kullandığı bir sözcük oldu. Üstelik, insanlık kalmadı, ahlak çöktü, bu memleket adam olmaz türünden her yana çekilebilir konuşmaların konusu olmanın ötesinde, bizim burada doğrusu budur diye öne çıkaracağımız anlamına çok da uzak sayılmayacak...
Görüntülerle çevrelenmiş durumdayız. Gerçeği(ni) fark edemeyeceğimiz ya da gerçeğ(in)e yönelip ona vakıf olamayacağımız kadar çok görüntüye maruz kalıyoruz. Görüntü bombardımanı, düşünceyi, soyutlamayı, sorgulamayı, analizi, dolayısıyla “gerçeği kavrayıp müdahale olanaklarını geliştirecek bir akıl”ı dumura uğratıyor, buna yarıyor. Ancak görüntülerin içine çok girilmediğinde, bombardımana rağmen dışarıdan bakma yetisi kaybedilmediğinde, ilişkiler sorgulanıp “göründüğü gibi olmayanlar” deşilebildiğinde ve elbette...
Gündemde kriz tartışmaları var. Dünya piyasalarındaki dalgalanmalar, doların yükselişi, Türkiye’ye yansımaları… Ama güncel gelişmelere geçmeden önce, bunların arka planını ortaya koymak üzere, dünya kapitalizminin 1980’ler ya da 1970’ler sonrasındaki temel yönelimleri konusunda bir giriş yapabilir misiniz? Çok basit olarak ifade edelim… İki dönemeç söz konusu. Dünya kapitalizminin özellikle emperyalist merkezlerde gözlenen dönüşümleri son çeyrek yüzyılda...
Ortaokul tarih kitaplarında sık sık rastladığımız bir hikaye vardır: Aslında Türkler bilmem ne savaşını tam kazanıyorlardı ki, Türk olmayan boyların son andaki ihanetiyle savaş kaybedildi. Resmi tarih baştan sona kahramanlık ve fetih kültürüyle yoğurulduğundan, bin beş yüz sene evvel kaybedilen savaşlar için bile bir bahane bulunması alışkanlık haline gelmiştir. İhanet nedeniyle, düşman karşısında hazırlıksız yakalanmak...
Günümüzde sınıflar mücadelesinin genel seyrine ilişkin farklı yorumlarda ortak olarak görülebilecek şey belli bir karamsarlığın giderek ağırlığını koymasıdır. Kuşkusuz bunun belli bir ruh halinin ötesinde politik bir anlamı var. Burada bizce en önemli nokta, günümüzün kimi yönelimleri ile “tarihsel bütünlük” fikri arasındaki bağlantının her durumda kurulabilmesidir. Ama örneğin 2000’lerin dünyasındaki sınıflar mücadelesinin durumunu, 25-30 yıl...
İnsan var, insancık var. Kitap var, kitapçık var. Farklılıkları ortaya koymakta, “ağırlığın” da bir (yeri ve) değeri var. Ağır okumalar, kitabın yoğunluğu ile kalınlığı, kapsayıcılığı ile anlatımı, belge niteliği ile kurmaca niteliği hep birlikte “ağır” ise, daha bir okkalı oluyor sanki. Tıpkı Peter Weiss’in derya-metni, “Direnmenin Estetiği” gibi. Bir dönem, Ayrıntı yayınevi “ağır kitaplar” diye...
Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün ardından, 2004 yılında Avrupa Birliği’ne üye olan üç Baltık ülkesi, Estonya, Letonya ve Litvanya, bugün Avrupa’daki anti-komünist uygulamaların en şiddetli örneklerini sergiliyorlar. Komünist partilerin yasaklı veya baskı altında olduğu Baltık ülkelerinde, Sovyet dönemiyle ilişkilendirilen Rus kökenli halk, vatandaşlık hakkı başta olmak üzere bir dizi siyasi ve toplumsal haktan mahrum bırakılıyor. Aynı yıl...
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×